Vuvuzela Virtüözü

29 Nisan 2013 Pazartesi

Fırtına V



İhtiyar tekrar onun yanına döndü ve konuşmaya şöyle başladı:

  - Yürümeye devam et daha fazla zaman kaybetmek istemiyorum! Eğer yapamayacağın bir iş için bir bedel aramıyorsan bırak! Yapabilecek birisi yapsın yada zorunda olmadığın bir işi yapmaya çalışıp eline yüzüne bulaştırma. Daha yolda nasıl yürüyeceğini kestiremeyecek kadar gençsin, senin gördüğün şeyler sana ağır geliyor olabilir ama bu sana bir yabancıya yardım ederek kendi vicdanını ferahlatırken benim zamanımdan çalma hakkını vermez! Eğer savaşamayacaksan, cephede olmanın bir manası yoktur, geride kal ve savaşanlar için iyi bir şeyler yapmaya çalış. Kimse seni yadırgamayacaktır, gerçekten savaşı içinde hissedenler, cephede olmamasına rağmen onlar için çalışanların kendilerini değil zaferi düşündüğünü anlayabilirler, yani genç adam bana yardım etmek için çabanı anlıyorum ama burada bana kaybettirdiğin şey zamandan daha fazlası olabilirdi hakeza zaman varlığımızın en bulunmaz şeyi olmasına rağmen.(bir anda yüz ifadesi değişti) Senin gibi sıska olanları ezmek kolaydır evlat, bedenin içinde garip bir korku olduğu gözünden okunuyor. Birisi sana karşı kabalaştığında olayı alttan alan taraf olacağın her halinden belli. Bu adam sözlerinde samimiydi gerçekten seni küçük gördüğü için sana çarpmamıştı ama sen de kendini savunmadın. Eğer benim himayem altında olan birisine yapılan bir haksızlık varsa kendi canım pahasına da olsa buna göz yumamam, kendi haklarımdan feragat etme özgürlüğüm olmasına rağmen benim için çalışan birisini hakkını savunmak elimden gelecek en erdemli şeydir. O iri yapılı genç adamların neredeyse hepsi benden daha kuvvetli ve sağlıklıydılar, korkmam gerekirdi ve korktumda ama korkuyor olmam yapmam gereken şeyi yapmamı engelleyecekse neden nefes alıyorum ki, her birimiz ölmekten korkmuyor muyuz? Belki tam anlamı ile ölmekten denilemez ama geride kalanları kaybetmekten, yolun yarısında kalmaktan, sorumlu olduğumuz şeyleri bizsiz bırakmaktan korkmuyor muyuz? İşte bu sebeple tam olarak yapmam gerektiğini düşündüğüm şeyi yaptım. Doğru yada yanlış olması bir benim sorunum değildi, benim kararımdı ve her gün değişen toplum bilinç altındaki yanlış-doğru formlarını düşünerek yanlış yapmayan kişi olmaya çalışırsam ben olamam. Bu benim, yanlışım ve doğrumla Ben. (bir an yürümeyi bıraktı) Seni hergele bütün bu anlattıklarımı dinledin, tek bir kelime etmedin, birde yardımın için bir bedel istemiyordun ha. Suç bende bütün bunları sana neden anlatıyorum ki kendi dünya görüşlerini bile algılamamış insanlar, taparcasına inandıkları davarı için ölecek kadar cahilken senin bütün bu anlattıklarımdan sonra ne hakkında konuştuğumu bile anlamadığına eminim, nefesimi boşuna tüketiyorum.

  Dedikten sonra sustu neredeyse nefes bile almıyordu sessizlik tekrar gelmişti ve yürümeye devam ediyorlardı. O içinde bulunduğu durumu anlamaya çalışıyordu; eli ayağı titreyen, çiftçi yada inşaatlarda yok pahasına çalışan, kendi elindeki sepeti taşırken neredeyse gözyaşı döken, yaşlı bir adam az önce bir grup iri yapılı gence kafa tutmuş hatta içlerinden bir tanesini alt etmiş ve bütün bunları kendisine yardım etmeye çalışan sıska bir genç için yapmıştı şimdide kendisine günümüz aydınlarının ağzından bile nadir duyamayacağımız, dünya görüşü insanlığın olduğu seviyeden çıkmış, ömrünü aydınlanmaya harcamış ve hayatının son yıllarında gerçekliği görmüş bir bilgeniz sözlerine benzer laflar ediyordu. O kadar şaşkındı ki bütün bildiği doğruları unuttu, öngörüleri, çıkarımları bu denli yanlışsa hayatı boyunca yaptığı bütün çıkarımlar yanlış olabilir miydi? Kendisine karşı olan bütün şüphelerini bir kenara bıraktı ve yaşlı adamın konuşmasını bitirmesinden sadece bir kaç adım sonra :
  
 ''Sizi anlayabiliyorum'' dedi...

25 Nisan 2013 Perşembe

Fıtına IV

  Farklı kıyafetler giyen, farklı diller konuşan, farklı renkte olan binlerce insan aynı anda yürüyor, konuşuyor ve karlı arazinin içinde kayboluyorlardı....

  Pazar yerinin kalabalığı onu gerçekten yoruyordu ama içinde bir yerde burada olması gerektiğini hissediyordu. Pazar yeri bir parçada olsa ona iyi geliyordu, kalabalığın bir parçası oluyormuş gibi hissediyordu. Asla tam anlamı ile o kalabalığın bir parçası olmadığını fakat birbirini tanımayan binlerce insandan sadece birisi olduğunu bilmek ona aile şefkati gibi geliyordu.Kendisini insanlara en fazla bu kadar yakın hissedebiliyordu. Uzun zamandır onun için en büyük yakınlık, en büyük sevgi bu pazar yerindeki kalabalığın bir parçası gibi hissetmekti.

  Kendisini toplayıp duvardan aşağıya atladı, pazar yerinin merkezine doğru yürümeye başladı. İnsanlara çarpmamak için büyük bir çaba sarf ediyordu, hiç kimseye rahatsızlık vermek istemezdi. Görünüşü ve kokusu çok iç açıcı değildi O da bu durumun farkındaydı.İnsanlar ona garip bir gözle bakıyorlardı ama o yadırgamıyordu, kendisini ve ''insan'' ı iyi tanıyordu. Sadece kendilerinden daha fakir olduğu için onlardan aşağılık değildi fakat 'hiç kimse' pis kokan, kötü görünümlü birisine yakın duracak kadar güvenemezdi 'hiç kimseye'.    mi?

  Pazar yerinin merkezinde büyük bir havuz ve su içebileceği çeşmeler vardı. Oraya varmak için hızlı adımlarla ilerledi. Etrafında bir şeyler satmaya çalışan aynı zamanda ceplerini sürekli yoklayan satıcılar vardı. Pazar yerinde çok fazla hırsızlık yapılmazdı yine de kimse bir şeyini çaldırmamak için sürekli tedirgin olur, elleri her an bir başka eli tutmak üzere hazır beklerlerdi. Meydana ulaştığında su içmek için havuzun etrafına yapılmış çeşmelerden birisine yaklaştı, önündeki genç kadını rahatsız etmemek için o na bakmamaya çalışıyordu. Sıra kadına geldi kadın dizleri üzerine çökerek avucuna doldurduğu suyu yudumlarken gözleri parlıyor, çölde vaha bulmuş bir bedevinin sevincini yaşıyor gibiydi. Kadın suya doyduktan sonra yavaşça doğruldu ve gözlerini O'ndan kaçırarak ilerledi. Su içme sırası ondaydı ve bir an için dalmıştı arkasından gelen sesler onu kendine getirdi. Bir anlık heyecanla sadece bir yudum su içip yüzünü bir kaç kez ıslak elleriyle ovaladıktan sonra sıradan çekildi, suya doymamıştı fakat tekrar sırayı beklemedi. Havuzun etrafında yürümeye koyuldu.
  
  Yaşlı bir adamım elindeki sepeti taşırken neredeyse gözlerinden yaş geldiğini fark etti. Adam muhtemel diz ve bel ağrıları çekiyordu, sırtındaki eğiklikten ve dizlerinin pozisyonundan bunu anlayabilmişti. Yaşlı adamın büyük ve nasırlı elleri onun bir çiftçi yada inşaat işçisi olduğunu ele veriyordu. Yaşlı kurt bu yaşında çalışmaya devam ettiğine göre iyi bir gençlik geçirmemişti. Vücut yapısından, ellerinden ve kıyafetlerinden hala yoğun bir çalışma temposu olduğunu seziyordu. Adam muhtemelen evliydi yada evde günlük işlerini yapacak birisi ile yaşıyordu.Gömleğinin temizliği ve yakasındaki keskin ütü şekli bunu gösteriyordu fakat pantolonun paçaları tozluydu, ayakkabılarının bir kısmında toz ve çamur vardı. Adamın sadece bir çift ayakkabısı olduğu anlaşıldığı gibi pazar yerine gelirken ayakkabılarını kendisinin sildiğini anlayabiliyordu çünkü gömlek konusunda bu kadar hassasiyet gösteren bir kişi diğer herhangi bir işi bu kadar alelade yapmazdı. Bütün bunları sadece bir saniye içerisinde düşündü. Adamın yanına yaklaştı, ona yardım etmek istiyordu fakat adamın kendisinden korkup uzaklaşmasını da istemiyordu. Yinede adamanın omzuna dokunup:
 ''İsterseniz yardım edebilirim'' dedi. Bir kaç gündür ilk defa birisiyle konuşacaktı, uzun zaman sonra ilk cümlesini kurarken ses tonunu ayarlayamadığını fark etti sesi biraz kısık ve titrek çıkmıştı. Adamın bu tondan iyice çekinip, bahşiş isteyeceği yada kendini acındırmaya çalışacağını düşünmesinden korkarak; cümlesinin hemen ardından:
 '' Sadece yardım etmek istiyorum her hangi bir şey talep etmeyeceğim'' dedi. İşler git gide sarpa sarmıştı kendisi bile adamı dolandırmaya çalıştığını düşünmeye başladı fakat yaşlı adam:
 '' İstersen bir şey de talep edebilirsin ama zaten alamazsın sana kolumu kesip verecek halim yok'' dedi. Onun aksi birisi olabileceğini tahmin edebiliyordu fakat bu kadarını beklemiyordu. Bu kadar zor şartlar altında yaşamış birisinin sakin, sabırlı ve hoşgörülü olması beklenemezdi, O'da yardım etmeyi düşünürken bütün buları göze almıştı. Adam sert tavrından sonra lafa devam etti:
 '' Yardım etmek istiyorsan al şu sepeti, yolum uzun eğer ağlayıp sızlayacaksan yardım etmeye hiç kalkışma, yolun istediğin yerinde bırakabilirsin yardım etmeyi fakat şikayet etmeye başlarsan elime gelen ilk şeyle kafanı patlatırım. Anlaştık mı delikanlı?'' dedi. Çok şaşırmıştı ne diyeceğini bilemedi, adamın bütün bu cümleyi kurduğu ses tonu o kadar içtendi ki cümlenin manasındaki sertlik bir rica gibi gelmişti ona. Bir kaç saniye sessiz kaldıktan sonra, sanki onun her istediğini yapmaya mecbur köle edası ile :
'' Tabi ki efendim nasıl arzu ederseniz'' dedi. Gerçekten konuşmayı unutmuştu, verdiği tepkilere, kurduğu cümlelere inanamıyordu.
  
  Sepeti eline aldı ve yürümeye başladılar adam beni takip et dedikten sonra hiç konuşmamıştı. O'da kendisine olan güvenini kaybetmişti yeni bir cümle kurarsa daha fazla saçmalayacağını düşünerek sessiz kalmayı tercih ediyordu. Pazar yerinin en uzak çıkışına doğru ilerliyorlardı,sağda marina tarafında heybetli, iyi giyimli, arkasında kendisine hizmet etmeyi bekleyen bir grup adam olan, yakışıklı birisi görünüyordu.Yakışıklı adam ve grubu onlara doğru hızla ilerliyordu ve O yeterince yaklaştıklarında duracaklarını düşünerek yoluna devam etti fakat durmadılar iri yapılı adam ona çarptı, dengesini kaybetmesine neden olmuştu. İçini garip bir korku kaplamıştı, yaşlı adamın bir an dönüp onu azarlayacağını, yapamacaksan bırak şu lanet şeyi deyip kendisini rencide edeceğini ve kendisininde babası ile muhattap oluyormuş gibi hiç bir şey diyemeyeceğini düşündü. Sessizce yoluna devam etmek istedi ama yaşlı adam arkasını döndü, zaten mutsuz ve sinirli görünen yüzüne çatılmış kaşların etkisi katılınca ihtiyar korkunç bir canavar gibi gözüküyordu. Hızla O'na doğru yaklaştı ve onu geçti, O tam anlamı ile şoktaydı ihtiyarın ne yaptığına anlam veremedi. Düşünemiyordu, zihni buz kesmişti bir an için. İhtiyar Yakışıklı ve iyi giyimli adamın kolundan tutarak:
''Yürüdüğün yola dikkat et, eğer kendinden ufak yapılı birisine çarpmaktan çekinmiyorsan bana çarpmayı dene ve ne olacağını sana göstereyim'' dedi. İhtiyar ufak tefek bir adam değildi, o an fark etmişti ki ihtiyar genç adamdan daha uzun boylu ve kalıplı idi. İhtiyarın cümlesi biterken iyi giyimli adamın arkasındakilerden birisi ihtiyarın kolundan tutup bir şey söylemeye çalıştı ve bu saniye O'nun bir kez daha şok geçirmesine sebep oldu. İhtiyar kolunu tutmaya çalışan adamı tek bir el haraketi ile yere yapıştırdı:
'' Seninle konuşmak isteseydim senin suratına bakardım eğer tüm kemiklerini kırmamı istemiyorsan ben bir başkası ile konuşurken lafa bir daha izinsiz katılmazsın'' dedi. Pazar yerindeki herkes şok olmuştu kalabalık ihityara bakıyor, olayların nereye varacağını kestirmeye çalışıyordu. Hepsi ihtiyara yardım gerekirse orada olmak istiyor fakat aynı zamanda korkuyorlardı. Yakışıklı ve genç adam ihtiyarın gözüne bakarak:
'' Kusura bakmayın çok acelem vardı ve aklım bir düşünce ile doluydu o yüzden çarptığım kişiyi fark etmemiş olabilirim. Arkadaşımın adına da özür dilerim sizin yaşınızda birisine saygısızlık yapmak istemeyiz'' dedi. Suratından bütün bu söylediklerinde samimi olduğu anlaşılan genç adam kafasını öne eğerek bir saygı göstergesi sergiledikten sonra yürümeye devam etti.

  İhtiyar tekrar onun yanına döndü ve konuşmaya şöyle başladı:
...

24 Nisan 2013 Çarşamba

Sadece Ben mi?

Bir derde kapılmışız gidiyoruz, sanıyoruz ki gençlikten. Sanki ilerde hiç dert yokmuş gibi bakıyoruz geleceğe. Varlığına inanamadığımız bir geleceği sorguluyoruz ve hep gelecekten daha iyilerini bekliyoruz, peki ama neden?
  -Gerçekten içimizde bir umut olmadan yaşayamıyor muyuz biz? Uzun zaman oldu dertlerimizi düşünmeyeli belki, belki aklımızdaki tek şey o ama ne yapabiliriz ki hayatın gerçeği bu. 
  Bir çıkış yolu arıyorum, nasıl olacak diyorum. Biliyorum, hiç olmayacak şeyler istiyorum ama umudumu yitirmiyorum, gerçek sorun bu olabilir. Umudumuzu hiç yitirmiyoruz, yani tam anlamı ile yenilgiyi kabul etmiyoruz, asla pes etmiyoruz, durup bir parça nefes almıyoruz. Almadığımız her nefes bizi biraz daha zora sokuyor ama hep bir hayale kapılıp gidiyoruz. Eminim, görüyorum sadece ben değilim asla pes etmeyen. Toplum olarak var bizde bu. O kadar uzun zamandır her şeyimizi kaybetmedik ki artık kaybedersek ne yapacağımızı düşünmekten aslında elimizde hiç bir şeyin olamadığını görmüyoruz. Böyle! bir tokat lazım aklımızı başımıza getirecek. Bir çok kez yedik bu silleyi ama ben olamadım her tokattan sonra tamam bu kez olacağım diyorum ama ne istediğim kişi oluyorum nede içimdekini bırakıp ben olmasına izin veriyorum galiba biz yapamıyoruz. Gerçekten beceremiyoruz bazen çok güzel yapamıyoruz bir şeyleri ve o an tam her şeyi bir kenara bırakıp yeniden başlamamız gerekirken bir kez daha deniyoruz şansımızı, sonra bir kez daha, bir kez daha, kez daha, daha ,aaaa...
   En azından bunu kabullenmek istiyorum biz buyuz değişemeyiz bari alışalım. Bu tip şeylerin bizi güçlendirdiğini savunuyorlar. Ulan ne için güçleniyorum, karanlığın içinde koşuyorum, muhtemelen kendi etrafımda dönüyorum, güçlü olsam ne olur daha güçlü kaybederim en fazla. Bırakın beni bir kenarda öleyim ya ben yapamıyorum.

Fırtına III

  O düşüncelerle vakit geçirirken güneş marina tarafından görünmeye başlamıştı bile... 



 Güneşin doğuşuyla birlikte ihtiyacı olan bir kaç saat uyku için oyuğa döndü, gecenin soğuğu artık yoktu. Günün en soğuk saati başlamıştı ve bitmek üzeriydi. Uykusu artık düşüncelere farklı bir boyut kazandırıyor, yapması gereken işi, olması gereken şeyi bulmak ve bu konuda ne yapabileceğini düşünmek yerine sahip olmak istediği hayatı düşlemeye başlamıştı. (zengin bir ailenin tek evladı olmak istiyordu galiba, uzun bir süre hiç bir çaba göstermeden hayatını lüks ve rahatlık içerisinde yaşamak istiyor olmalıydı.) Kendi kendine kızarak gözlerini kapadı ve oyuğun girişinden sızan bir parça güneşi hissederek uykuya daldı.
  
  Uyandığında saat çok geçti yada çok erken. Onun için gün içerisindeki saatlerin pek önemi yoktu, ne yapacaktı ki saat sekizde uyanmış olup yada akşam beşe kadar yatıp. Sadece gerektiğini düşündüğü kadar uyuyordu fakat bu sürenin günün hangi dilimi içerisinde olduğuna önem vermiyordu. 

  Battaniyesini katladı ve boş balık kasalarından birsinin içerisine koyup üzerini kapattı.Bunu her gün yapmazdı ama bu gün güne iyi başlamak istiyordu. Dün güzel bir yemek yemişti, neredeyse hala aç değildi bu günü yeterince iyi değerlendirmeliydi. Oyuktan çıktığında saat on iki civarlarında olmalıydı çünkü güneş koyun tam ortasında görünüyordu. Oyuğun kapısını kapattıktan sonra ne yapacağını biliyordu. Marina bu saatlerde çok güneşli oluyordu ve insanlar gölgeden çıkmak istemiyordu, balıkçı hali içinse gerçekten çok erken ve çok geçti. Sabah güneşten hemen sonra ava çıkan tekneler çoktan gitmişti ve balık tüccarlarına satmak için balıklarla dönmelerine daha çok vardı. Yapılabilecek en iyi şey pazar yerine gitmekti, pazar yerinde ne yapmak istediğini,  ne yapması gerektiğini bilmiyordu fakat bu üç yerden birisinde olmalıydı eğer yakalayacağı bir şans varsa o bu üç mekandan birisinde olmalıydı.

  Koyun tam ortasında ağaçların arasından açılmış yoldaydı. Bu yol doğruca şehrin merkezi olan pazar yerine gidiyordu. Üzerinde kuşlar, maymunlar olan uzun, yeşil dev yapraklı ve parlak gövdeli ağaçların arasından yürürken her gün görmediği bir şey gördü. Üzeri her zaman bir parça ıslakmış gibi görünen, yeşil ve mavi arasında özenle seçilmiş bir renge sahip çimlerin içinde ona doğru uzanmış mor saçlara sahip, yeşil kafalı gövdesinde onlarca farklı renk barındıran bir kuş vardı. Bu adada bir sürü kuş çeşidi vardı fakat bu kadar güzel bir kuşu ilk defa görüyordu. Adanın bu kesiminde kuşlar asla yerde olmazlardı.İnsan trafiği çok fazlaydı, küçük çocuklar kuşları rahat bırakmazlar, balıkçı halinden aç bir şekilde def edilmiş köpekler ve kediler kolay bir av için sürekli burada olurlardı. Kuşun bir nedenden dolayı uçamadığını düşündü ve ona yardım etmek için yaklaştı. Tam bu esnada, küçük görünen bedenininden daha büyük kanatlarını açan kuş tek bir kanat hareketi ile havalandı, bir kaç saniye içerisinde ağaçlardan daha yükseğe çıkmıştı. Bir anlam veremedi.
  
  Pazar yerine geldiğinde kalabalığın arasına girmeden önce biraz ara verdi. Pazar girişinin büyük bir kısmını gören bir duvarın üzerine oturdu. Eski tahtalardan, bez parçalarından yapılmış yüzlerce çadırın çoğu beyazdı. Renkli kumaş pahalı olduğu için mi yoksa güneşten daha çok korunmak için mi seçilmiş olduğunu anlamadığı beyaz çadırlar ona karlı bir araziyi hatırlatıyordu. Farklı kıyafetler giyen, farklı diller konuşan, farklı renkte olan binlerce insan aynı anda yürüyor, konuşuyor ve karlı arazinin içinde kayboluyorlardı...

18 Nisan 2013 Perşembe

Fırtına II

Oyuğun öndeki engelleri temizledi içeri girdi ve her şeyi tekrar yerine koyduktan sonra derin bir uyku için uzanıp gözlerini kapadı...

  Üzeri tozla kaplanmış olduğundan en üst ucundaki yanık izinin görülmeyen, mavi rengi solmuş ve artık griye yaklaşmış olan, demode çiçek desenleriyle süslü eski bir battaniyenin üzerinde uyuyordu. Aslında tam olarak üzerinde sayılmazdı yarısını altına serdiği battaniyenin yarısıylada vücudunun bir kısmını kapatmaya çalışıyordu. İçinde uyuduğu oyuk 10 yaşındaki Çinli bir çocuğun güçlükle ayakta durabileceği kadar yüksekti. Çok fazla genişte değildi ve bu neredeyse iyi bir şeydi, soğuk gecelerde içeri giren rüzgarın kocaman bir oyuğun içerisinde dönmesini istemezdi Sadece gün içerisinde topladığı şeyleri ve bir kaç boş balık kasasını saklayabilecek kadar yer vardı, geri kalan kısım onun uzanıp uyuması için yeterliydi.

  Uzun zamandır bu kadar iyi bir yemek yememişti, geçen hafta yediği balık bu sandviçe göre gerçekten çok daha kaliteli bir yemekti fakat artık balık yemek istemiyordu, tuzsuz, ekmeksiz, kafası bir tahta parçası veya bir taş ile bedeninden ayrılmış, el yapımı sadece taşlardan oluşan bir barbekü üzerinde ateşe karışarak ve duman kokarak pişmiş harika bir balık. Gözlerini açtı karanlıktan üzerindeki duman izleri belli olmayan taş duvara bakarak ''minnettarım, gerçekten minnettarım '' dedi. Bu düşüncelerle birlikte içi bir mutluluk ve enerji ile dolmuştu. Bir anda hızlıca battaniyesinin içinden fırladı, kafasını tavana çarpana dek aklındaki şey; sahil boyu yürüdükten sonra kayalıkların arasındaki patika yoldan marinaya ulaşıp marinanın ve marinadaki teknelerin etkileyici ışıkları altında oturmaktı. Kafasını vurduktan sonra bunun için yorgun olduğunu ve hava bir anda daha çok soğursa oyuğuna geri dönerken üşümek istemediğini düşündü.

Kayalığın tepesine çıktı, yüksek ve düz bir kayanın üzerine oturdu. Dalga sesleri eşliğinde gördüğü şey karşısında her seferinde olduğu gibi bir kez daha, sinir uçlarına kadar etkilendi ve bu güzelliğin hala var olabildiği bir dünyada ne olursa olsun yaşaması gerektiğini söylendi kendince. Gördüğü şey ona insanları anlatıyor gibiydi; kapkaranlık bir gökyüzü ve içerisinde milyarlarca aydınlık insan vardı, o kadar çok olmalarına rağmen karanlığı bastıramamışlardı fakat içlerinde öyle bir tanesi vardı ki, ne onlar kadar güçlüydü nede onlar kadar büyük hatta kendisine ait bir aydınlığı bile yoktu ama o içlerinde en yakın olanıydı insanlığa ve asla gündüzü aydınlatan dev güneşi unutmuyor hep onun gücünden yararlanıyordu, karanlıkları delebilmek için.  O'da ay gibi olmak istiyordu, asla güneş olamayacağını düşünüyordu. Dünyayı bu karanlıktan tamamı ile kurtaramazdı fakat karanlıkta yol arayanlar için yol gösterici bir aydınlık olabilirdi.

  Bunun için öncelikle yapması gereken şey kendi yolunu bulmaktı, O asla tembel değildi, çalmıyordu, kimseye kölelik yaparcasına hizmet etmiyordu, ve gerçekten iyi bir çözüm bulmak için hep düşünüyordu. Dalga sesleri ve yakamoz eşliğinde uzun saatler boyunca orada oturdu ve düşündü, bir ara içeri girip battaniyesini getirmek istedi fakat eski battaniyesinin sık sık taşınmaya karşı kuvvetli olmadığını biliyordu. O düşüncelerle vakit geçirirken güneş marina tarafından görünmeye başlamıştı bile...

15 Nisan 2013 Pazartesi

Fırtına I

Uzun bir yazın ardından gelen, keskinliğini daha yakalayamamış kış yeni başlamıştı.


  Gök yüzü kendisinin bir aldatmaca olduğunu işaret edercesine maviydi, tek bir bulut bile yoktu, güneşin sıcaklığını tüm vücudu ile hissediyordu. Biraz susamıştı fakat daha fazla su içmeyecek kadar açtı. Güneşli günlerin ardından boşalmış olması gereken sahilin etrafında saatlerce dolaştı. Kalabalık O'nu ürkütecek kadar büyüktü, aslında sahilde, yazın sıcak ve güvenilir günlerinde ki kadar çok insan yoktu fakat sorun O'nun kalabalıklardan korkuyor olmasıydı. Kalabalıklardan korkmasının nedeni yalnız büyümesi olmalıydı. Kendisini asla o kalabalığın bir parçası olabilecekmiş gibi hissetmemişti ve bütün kalabalıklar ona ne kadar yalnız olduğunu hatırlatmak ister gibiydi. Güneşin ısıtıcı sarı rengini garip bir ''turunculuk'' almaya başladığı saatlerde, mükemmelliği sadece ayak izleri ile bozulmuş sahil koyunda bir telaş vardı. Herkes güneş batmadan bu yerden gitmek istiyordu, onlar vefasızdı. Denize karşı uzanmış bu mükemmel parlak kum tanelerini çiğnemeleri, şemsiye ve şezlonglarla bu kadar özenle yaratılmış dağların arasında kendisine özgü bir ferahlığı olan bu güzel sahilin doğallığını kendi arzularınca kullanıyor olmaları yetmezmiş gibi akşam saatleri yaklaşınca bütün ''pisliklerini'' dağ yamacından gelen hafif rüzgara bırakıp gidiyorlardı. Fakat O, onlar gibi değildi. Sahili aylardır hiç terk etmemişti, gündüz saatlerinde bazen pazar yerine giderdi belki balık haline yada marinaya ama her seferinde sahile hep dönerdi. Bununla gururlanırken kendini kandırıyor gibi hissediyordu. Acaba gidecek başka bir yeri olsaydı yine burada olur muydu?Kendisine hep cevabını veremeyeceği sorular soruyor ve bunları cevaplamamak için kendisini başka bir şeye odaklayıp unutmaya çalışıyordu. O kadar zor durumdaydı ki yeni bir çıkmaza düşmek onu eşiğinde olduğu intiharın kucağına atabilirdi. O ise ölmek isteyip istemediğine emin değildi hala. Gerçekten bir umudun olup olmadığını bilmiyordu ama kadere ve yüce adalete inanıyordu, bir gün oda tekrar mutlu olabilecekti.

  Sahil tamamı ile boşaldıktan sonra, denize yaklaştı bir kaç dakika boyunca uzaklara bakarak kırmızıya çalan bu maviliklerin tamamı ile kararmasını bekleyemeyeceğine karar verdi. İnsanların bıraktıkları kalıntılar arasında dolaşıp yiyecek bir şeyler bulma umudu ile poşetleri açıyor, kutuları tekmeliyordu. Artık bu işten utanmıyordu, açlığın neler yaptırabileceğini düşündükçe, bu sadece ihtiyacını karşılamak için sergilediği en doğal davranışlardan biri gibi hissediyordu. Nefes alması ne kadar tabii ise bu işte o kadar doğaldı. Üzeri kum taneleri ile kaplanmış yarım bir karpuz ve bir kaç mango buldu fakat aramaya devam etti, daha kuru gıdalara ihtiyacı vardı midesi sıvı ve sıvıya yakın şeyler tüketmekten buruşmuştu. En sonunda şımarık bir çocuk için hazırlanmış, üzerinden sadece bir kaç dilim ısırılarak kuytu bir köşeye atılmış içi jambon ve kaşar peyniriyle dolu bir sandviç buldu.

  Güneş tamamı ile gözden kaybolmuştu ve bu gece karnı tok uyuyacaktı.Koyun en uç noktasındaki kayalığa gitti, zamanla parçalanan kayaların oluşturduğu oyuğuna girmeden önce gökyüzüne baktı, ''sen biliyorsun, ben inanıyorum'' dedi. Yüzündeki ifade istediği şeyi elde etmekten korkacak kadar ondan uzak kalmış bir adamın artık neyi istediğimi bile hatırlamıyorum ama galiba iyi bir şey istiyordum demesi gibiydi. Oyuğun önündeki engelleri temizledi içeri girdi ve her şeyi tekrar yerine koyduktan sonra derin bir uyku için uzanıp gözlerini kapadı...

13 Nisan 2013 Cumartesi

Uzak 2

Hissetmek çok garipti, neyi hissettiğini bilmeden sadece hissetmek.

  Adını bilmediğim bir duygu vardı içimde kelimelerle izah edilemiyor, resmi çizilemiyor, sadece ona benzeyen her şeyi aynı anda anlatabildiğin zaman gerçekten bir anlam kazanacakmış gibi düşünmeme sebep oluyordu. İlk düşündüğüm hep kaybolmaktı, kaybolmak bütün varlığın ve yokluğunla bir daha var olmayacakmışçasına kaybolmak. Her acıyı bir araya getiriyordum sonunda en yakını kaybolmakmış gibi geliyordu ama kaybolmak yetmiyordu, geçmişini kaybetmekten korkmak yetmiyordu, geleceğini kaybetmenin umutsuzluğu yetmiyordu, ölümlerle baş başa kalıp yaşamları kaybetmenin mutsuzluğu yetmiyordu böyle bir duyguyu tarif edebilmek için çok daha fazlasını kaybeden ve daha derin kaybolan birisine anlatmak gerekiyordu o kadarını bilenlerin hiç biride fazlasıyla yaşamıyordu.

  İlk kaybettiğim, her zaman bir yenisi olacağını bildiğim gelecek umudummuş gibi geliyor, sanki o gidince, bir daha asla olamayacakmışım olsam da kendimi bulamayacakmışım sanıyorum. Öyle kaybolmuşum ki bir daha asla umut edemeyecekmişim diye düşünüyorum. Oysa biliyorum, kaybolmak sadece kaybolmaktır, kaybetmekte ne kadar kaybolursan kaybol her zaman bir bulma umudun vardır diyorum, o yüzden bunun sadece kaybetmek veya kaybolmakla olacağına inanmıyorum. 
  Hayatları kaybetmek de bu kadar incitmiyor biliyorum bir süre sonra her şeyin soğuyacağını, kaybolan kişinin küllerinin rüzgarda dağılacağını, ruhunun özgürlüğü bulacağını ve asla geri dönemeyeceğini bilmek insanı hayatta kalmaya bağlıyor.Fakat bu, kaybolmak ve umudunu kaybetmek olduğu kadar asla umudunu yitirmemeyi istemek gibi, insanın en çok istediği şey oluveriyor bir anda umutlarını yitirmeden yaşayabilmek buda o duyguyu kat kat güçlendiriyor.Fakat bunlar da kaybolmanın ve kaybetmenin onu anlatabileceği anlamına gelmiyordu benim sorumun cevabı daha derin daha yoğundu.
  Daha çok irdeledim en acı kayboluşumu, tekrar tekrar düşündüm, bütün kayıplarım elimdeydi her ne kadar o kaybolmada değerlerini bilmiyor olsam da, düşününce kaybedeceklerim gerçekten korkutucuydu ve gerçekten korkmuştum. Bundan daha fazla neyi kaybedeceğimi düşünüyordum, hep yanımda olacak istesem de asla kaybedemeyeceğim şeyleri kaybetmekten veya kaybolup onları bulamamaktan daha korkutucu ne olabilirdi? Bir anda farkı anladım  benim için ne olursa olsun değerli olacak her şeyi unutmak gibi bir bedel ödemek zorunda olmakla birlikte kaybolmak, aramak için bir amaç göstermekti, asla o kadar kaybolamazdım, bir şekilde en değerlilerimi bulabilirdim yada o yolda ilerleyebilirdim ve asla o kadar uzak olmazdım. 
  Farkı anlamıştım hayatına değer katan her şey o kadar uzaklaşamazdı senden ve sen asla o kadar kaybolamazdın.Yolda ilerlemeye o kadar konsantre olmuştum ki kaybolmuşluğum kadar uzağımda artık. Her şeyime, sana, geri kalanlara ve kendime karşı bildiğim tek şey ''uzak''

11 Nisan 2013 Perşembe

Değişiyorum

Dün gibi değil artık hiç bir gün.Ben benliğimdeki sende kaybolmuşken saatin durduğu yer burası.Saat fark etmez artık en küçük zaman birimimiz yıllar.Beyindeki bir tümör gibi onunla yaşarsan sakat ,onu bırakırsan zaten yok hayat.Kader ruhsal bir boşlukta tiyatral bir oyun yaptırıyor bize.Zihin gücüm kaldırmıyor artık boş bardakları.Etrafım kalabalıkken başım boş, başım ağrırken kimsem yok, kimseler varken etrafımda tanımıyorum hiç kimseleri.Ben eski ben olmam , olamam yada olmamalıyım artık.Kısık sesleri bağırırken ben, bağıran dilleri kesiyorlardı.Son ses müzik gibi düşüncelerim beynimde yankılanıyor.Bir boşluk gibi ruhum durdukça başkalaşıyor, ağırlaşıyor.Zaman şarap gibi eskidikçe güzelleşir.Fakat zaman geçmek nedir bilmiyor , biz hep en kalitesiz zamanı içiyoruz ve her seferinde yanıyor midemiz.Zamanla geçen acılar varmış.Bizim acılarımız zamanı bile sevmiyor , hatta midemizi yakan zaman , zaman zaman ağzımıza geliyor kusamıyoruz hayatı.Gelmiyor bu limandan demir alma vakti.İçimde ki fırtınalarla batıyor limandaki ‘’sessiz gemi’’.Bakılmıyor artık ufka ,güneş Sessiz gemiyle birlikte batıyor ve ben kirlenmiş denizlerin hazin sonu olan bir deniz yıldızı gibi karaya vuruyorum…Değişiyorum… 

Uyan

Biz ne çok yalan söyledik fasulyeden
Sen hep çorbadandın saklambaç oyununda
Bense süper bir kahramandım atariyi yenen

Ne güzel günlerdi onlar sokaklarda koştuğumuz
Sen, ben, mahalledeki tüm hayalperestler
Aynı rüyada buluşup uyanınca gözümüzü ovuşturduğumuz

Eski konuşmaları düşünüyorum; Zafer iyi top oynuyor
Kahraman bilyelerini bulmuş, Serkan taso alacakmış
Hatırlıyor musun en küçük yastığın bak ne güzel kokuyor

Uzun günler beklerdim, gelmeyeceğini bile bile
Bir umut vardı içimde çocukluğun verdiği
Ansızın kapıyı açtığında uyandım bir demet Güle

Ben tanrıyla beraber seviyordum seni
Hiç düşünmemiştim bana alacağın geleceği
Ben senden değil tanrıdan istemiştim Sonsuzu Gören Gözlerini

Yanlış yapmamayı öğretmiştin sen bana 
Kahraman lambaları kırıyor, Sedat küfür ediyordu
Bir kez bile düşünmedim yanlış yapmayı, ihanet etmedim sana

Artık büyüdüm galiba yengemin yanında şort giyemiyorum
Ben gün geçtikçe pisliğe batıyor, boğuluyorum
Hayat bana hiç bakmadı, ben küçüğüm, Çorbadan

Bütün yalanlarım senle gerçekti
Bütün gerçeklerim senle yalan
Ben büyüdüm, uyudum artık sensizim
Lütfen fark et, bu yalan uykudan uyan

9 Nisan 2013 Salı

Uzak 1

Kaybolmuşluk bir yana ...

  Bugün nasıl hissediyorum sorusuna yeni bir cevap aradım içimde, bulabildiğim her cevap beni kaybolmuşa götürüyordu.Her kayboluş cevabında yeni bir şey aradım çünkü sadece kaybolmak bu kadar acı veremezdi bana,  ben alışkındım kaybolmaya. Kaybolmaya alışır mı insan? evet alışır, en azından kayıp olmaya karşı bir savunma sistemi geliştirir, kaybolduğunda ne yapacağına dair bir fikri olur daha önce kaybolmuş insanın. Hiç birini yapamamışsa bile bugüne kadar kaybolunca nasıl hissettiğini öğrenmiştir ve bir sonraki kaybolmalarda ne hissedeceğini tahmin edebiliyordur. İlk kez 5-6 yaşlarında kaybolmuştum ben ve muhtemel en korktuğum kaybolma oydu. 
  Başka bir şehre kısa bir tatile gitmiştik ve turistik mekanlardan birisinde her zaman yaptığım gibi ilgimi çeken ilk şeyin peşinden koşarak gitmiştim, sonucu ne olursa olursa olsun gitmiştim ve o gitmelere de alışmıştım bugün bile giderim hep. O gün hissettiklerim gerçekten korkutucuydu. Bir daha asla babamı bulamayacakmış gibi hissettim. Bir daha hayatımın sonuna kadar, her kararına karşı geleceğim buna rağmen hep arkamda olacak, ne derse tersini yapsam bile ne istersem verecek, bana kızdığı zamanlarda pişmanlık duyacak birisi olmayacak gibi hissettim . Bir daha, benim yemeğimi yiyerek aç kalmama sebep olacak ama cebime gizlice harçlık koyacak, herkese kafa tuttuğum zamanlarda yanımda olacak ama kendisi ile ilk ters düşüşümüzde ağzımı burnumu kıracak, beraber oyun oynayabileceğim ve benim oyuncaklarımı benden çok kullanacak ağabeylerim olmayacak gibi hissettim. En zor anımda bütün her şeyi düzeltecek, kaç yaşında olursam olayım düşünce çıkmazında kaldığımda en güvenilir fikri verecek, bana okumayı öğretecek annem kadar değerli olacak bir ablam olmayacak gibi hissettim. Ne olursa olsun benim için iyiyi istediğini bildiğim, çoğunlukla yanlış olanı istese bile benim iyiliğimi için yaptığını düşünen, ben gidiyorum dediğim zaman ne halin varsa gör diyen fakat aynı zamanda göz yaşı döken bir annem olmayacak gibi hissetmiştim. Gerçekten korkmuştum bütün bunlara hazırlıklı değildim ve çocuktum ama işte kaybolmak yaklaşık olarak böyle bir his veriyordu hatta bu en korkutucusuydu.

  İşte tam olarak bende bu yüzden ne hissettiğim konusunda sadece kaybolmuşlukla yetinmiyorum.Sadece kaybolmuş olsam; bugün benim için hiç bir anlam ifade etmeyen fakat gelecekte öyle büyük anlamlar kazanacak ve beni ben yapacak olan şeylerin eksikliğini hissetmem lazım sadece. Fakat ben daha farklı bir şey hissediyorum daha ağır, daha yoğun...

7 Nisan 2013 Pazar

Gitme

Bak çocuk yine geldim...

  Bazen sadece gidene kal demeyi istememek istiyorum. Gidenlerin arkasından bakmayabilmek istiyorum, canımın her yanışında sana kaçmaktan korkuyorum çocuk. Zaman geçirmek istiyorum seninle hiç bir umut beslemek zorunda hissetmeden, öyle,  bir hedefim olmasın, güçlü olmayayım, ama canımda bu kadar yanmasın istiyorum çocuk. Artık senden başkasına anlatmaktan korkuyorum, o kadar yalnız hissediyorum ki o gidince sanki sende gidiyormuşsun gibi oluyor. İnsan seni kaybedebilir mi çocuk? Ben seni kaybetmekten de korkuyorum.

  Şimdi çocuk asıl konu şu ki ; o çoktan gitti, elde kalan sen ve bir parça ben. Biliyorum her şey düzelecek çocuk ama anlatmak istiyorum. Ben korkmuyorum çocuk , senin gibi.
  
  Hani bazen kelimeler yetmez, anlatamayız nasıl hissettiğimizi işte öyle anlatılacak çok bir şeyim yok aslında, nasıl hissettiğimi kendime bile anlatamamışken hala. Muhtemelen şuna benziyordur :
Uzun bir yola çıkarsın, hedefe ulaşmak değildir asıl amacın yolda ilerlemektir, o yolda ilerlemen gerektiğine inanmaktır. O kadar çok çaba verirsin ki yolda kalmak için,  artık yorulmuşsundur, tek bir nefes için durmak seni her şeye tekrar bağlayabilecekken sen o riski bile alamazsın. Her bir parçanı feda etmek pahasına bile olsa asla durmazsın. Tekerler patlar , ona rağmen , yakıt biter ona rağmen, camlar kırılır ona rağmen , yol biter ona rağmen devam edersin ya, işte ben oradaki arabayım. Ve şoförüm beni terk etti. O kadar yara bere içinde, hiç bir şeyin tam ortasında, hiçbir şey için, hiçbir çözüm olmadan, bir hiçlikle kalmış bir araba benim gibi hissederdi diye tahmin ediyorum. En azından mutlu olmalıyım gerçekten bir araba değilim.Kendimi yenilerim, tekrar başlarım, iyileşirim, tekrar savaşırım tekrar kazanırım ama bu yorgunluk bu bitkinliği atlatmak zor olacak. En garibi de ne biliyor musun çocuk buraya kadar gerçekten sadece yolda ilerlemek için gelmiştim yani kayboldum 

                      Galiba Çocuk.