Vuvuzela Virtüözü

18 Nisan 2013 Perşembe

Fırtına II

Oyuğun öndeki engelleri temizledi içeri girdi ve her şeyi tekrar yerine koyduktan sonra derin bir uyku için uzanıp gözlerini kapadı...

  Üzeri tozla kaplanmış olduğundan en üst ucundaki yanık izinin görülmeyen, mavi rengi solmuş ve artık griye yaklaşmış olan, demode çiçek desenleriyle süslü eski bir battaniyenin üzerinde uyuyordu. Aslında tam olarak üzerinde sayılmazdı yarısını altına serdiği battaniyenin yarısıylada vücudunun bir kısmını kapatmaya çalışıyordu. İçinde uyuduğu oyuk 10 yaşındaki Çinli bir çocuğun güçlükle ayakta durabileceği kadar yüksekti. Çok fazla genişte değildi ve bu neredeyse iyi bir şeydi, soğuk gecelerde içeri giren rüzgarın kocaman bir oyuğun içerisinde dönmesini istemezdi Sadece gün içerisinde topladığı şeyleri ve bir kaç boş balık kasasını saklayabilecek kadar yer vardı, geri kalan kısım onun uzanıp uyuması için yeterliydi.

  Uzun zamandır bu kadar iyi bir yemek yememişti, geçen hafta yediği balık bu sandviçe göre gerçekten çok daha kaliteli bir yemekti fakat artık balık yemek istemiyordu, tuzsuz, ekmeksiz, kafası bir tahta parçası veya bir taş ile bedeninden ayrılmış, el yapımı sadece taşlardan oluşan bir barbekü üzerinde ateşe karışarak ve duman kokarak pişmiş harika bir balık. Gözlerini açtı karanlıktan üzerindeki duman izleri belli olmayan taş duvara bakarak ''minnettarım, gerçekten minnettarım '' dedi. Bu düşüncelerle birlikte içi bir mutluluk ve enerji ile dolmuştu. Bir anda hızlıca battaniyesinin içinden fırladı, kafasını tavana çarpana dek aklındaki şey; sahil boyu yürüdükten sonra kayalıkların arasındaki patika yoldan marinaya ulaşıp marinanın ve marinadaki teknelerin etkileyici ışıkları altında oturmaktı. Kafasını vurduktan sonra bunun için yorgun olduğunu ve hava bir anda daha çok soğursa oyuğuna geri dönerken üşümek istemediğini düşündü.

Kayalığın tepesine çıktı, yüksek ve düz bir kayanın üzerine oturdu. Dalga sesleri eşliğinde gördüğü şey karşısında her seferinde olduğu gibi bir kez daha, sinir uçlarına kadar etkilendi ve bu güzelliğin hala var olabildiği bir dünyada ne olursa olsun yaşaması gerektiğini söylendi kendince. Gördüğü şey ona insanları anlatıyor gibiydi; kapkaranlık bir gökyüzü ve içerisinde milyarlarca aydınlık insan vardı, o kadar çok olmalarına rağmen karanlığı bastıramamışlardı fakat içlerinde öyle bir tanesi vardı ki, ne onlar kadar güçlüydü nede onlar kadar büyük hatta kendisine ait bir aydınlığı bile yoktu ama o içlerinde en yakın olanıydı insanlığa ve asla gündüzü aydınlatan dev güneşi unutmuyor hep onun gücünden yararlanıyordu, karanlıkları delebilmek için.  O'da ay gibi olmak istiyordu, asla güneş olamayacağını düşünüyordu. Dünyayı bu karanlıktan tamamı ile kurtaramazdı fakat karanlıkta yol arayanlar için yol gösterici bir aydınlık olabilirdi.

  Bunun için öncelikle yapması gereken şey kendi yolunu bulmaktı, O asla tembel değildi, çalmıyordu, kimseye kölelik yaparcasına hizmet etmiyordu, ve gerçekten iyi bir çözüm bulmak için hep düşünüyordu. Dalga sesleri ve yakamoz eşliğinde uzun saatler boyunca orada oturdu ve düşündü, bir ara içeri girip battaniyesini getirmek istedi fakat eski battaniyesinin sık sık taşınmaya karşı kuvvetli olmadığını biliyordu. O düşüncelerle vakit geçirirken güneş marina tarafından görünmeye başlamıştı bile...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Söyle içinde kalmasın